Düzenleyici girişimler, endüstriyel yağlayıcıların çevreci özelliklerini en üst düzeye çıkaran önemli değişiklikler getiriyor. İşte bu konuda bilmeniz gerekenlerin özeti.
Dünyadaki tüm endüstriler, sürekli olarak çevreyi koruma arayışındadır. Bu arayış, özellikle yanlış imha, dökülme veya makine sızıntısı yoluyla her yıl önemli miktarda sıvının çevreye sızdığı endüstriyel yağlayıcılar pazarında ön plana çıkıyor. Bunu göz önünde bulundurarak, çevreyi en iyi şekilde korumak için tüm madeni yağ üreticilerin ürünlerinin çevre dostu özelliklerini geliştirmeleri büyük önem taşıyor.
Çevreyi korumada artan farkındalık, sıvıların biyolojik olarak parçalanabilirliğini ve diğer ekolojik özelliklerini iyileştiren yeni düzenlemeler ve etiketleme konusunda sıkı kurallar getirdi. Tüm bu düzenleme ve kurallar, madeni yağ üreticileri için hem zorluklar hem de yeni fırsatlar yarattı. Bunların birkaçına göz atalım.
Yeni Etiketleme Şartları
Son yıllarda madeni yağ endüstrisi, çevre dostu olduğunu onaylayan, geniş çapta kabul görmüş standart ve etiket kurallarının gittikçe sıkılaşmasına tanık oldu. Bunların birkaç örneği ise;
Garantili, bağımsız olarak doğrulanmış, düşük çevresel etkiye sahip ürünleri onaylayan Avrupa Eko-etiketi (The European EcoLabel). Bu etiket, formül geliştiricilerin formülasyonlara dâhil edebileceği tehlikeli bileşenlerin miktarını, formülasyonun biyolojik olarak parçalanabilirliğini ve kalıcı biyoakümülatif bileşenler içermesini sınırlandırır.
Ülkelerin birçok çeşitli çevre dostu ürünlerini ödüllendirdiği Alman Eko-etiket Blue Angel. Blue Angel, katı kuralları açısından Avrupa Eko-etiketine benzer ancak etiketli formülasyonların uygun şekilde nasıl imha edileceğine dair ek gereksinimler bulundurur.
ABD Çevre Koruma Ajansı’nın Gemi Genel İzni (The U.S. Environmental Protection Agency’s Vessel General Permit) yakında yeni bir Temiz Su Yasası kapsamında, bir geminin normal işleyişinden kaynaklanan tahliyelerin düzenlenmesi için bir çerçeve oluşturan Gemi Arızi Tahliye Yasası (VIDA) ile değiştirilecektir.
Bu etiketler ve düzenlemeler bağlamında madeni yağ sektörü, çevresel olarak kabul edilebilir yağlayıcılar (EAL – Environmentally Acceptable Lubricants) için önemli bir büyüme potansiyeli görmektedir. ABD Çevre Koruma Ajansı tarafından tanımlandığı şekliyle çevresel olarak kabul edilebilir yağlayıcılar, geleneksel yağlayıcılara kıyasla biyolojik olarak parçalanabilirlik, biyobirikim yapmama potansiyeli ve su yaşamına minimum toksiklik açısından belirli standartları karşılayan sıvı formülasyonlardır. Bu tür formülasyonların, yukarıda bahsedilen etiketleme kriterlerini karşılaması gerekir. Kline & Company’nin araştırmasına göre, biyo-yağlayıcı ürünlere olan talebin önümüzdeki yıllarda %5,4’lük bir yıllık bileşik büyüme oranı ile büyüyeceği tahmin ediliyor.
Çevre Dostu Olmanın Tanımlanması
Çevresel olarak kabul edilebilir yağlayıcılara olan talep daha belirgin hale geldikçe, daha geniş sürdürülebilirlik bağlamında nasıl konumlandıklarını tanımlamak yararlı olacaktır. Bir ürün, diğerlerinden daha sürdürülebilir ham maddelerden geliştirilebilir ancak belirli biyo-çözünürlük beklentilerini karşılamayabilir.
Bir ürünün temel sürdürülebilirliğini belirlemek için etkili bir metot, baştan sona tüm yaşam döngüsü süresince çevre üzerindeki genel etkisini değerlendirmektir. Bu, ürünün kullanımı sırasındaki etkisini ve ürünün üretilmesinden nihai olarak imha edilmesine kadar atılan adımları ve kullanılan kaynakları açıklar. Bu yaklaşım, ürünün tüm geçmişini anlatır ve bu tür hesaplamaların yapılması, bir ürünün genel etkisinin eksiksiz tablosunu sunan yaşam döngüsü analizi olarak bilinir.
Böylece endüstriyel yağların etkisini daha iyi anlayabiliriz. Örneğin, çevresel olarak kabul edilebilir yağlayıcılar açık standartlara tabidir. Biyolojik olarak parçalanabilir olmalıdır. (Yani mikroorganizmalar tarafından zamanla daha basit yan ürünlere, karbondioksite ve suya ayrıştırılma kapasitesine sahip olmalıdır.) OECD tarafından tanımlanan testlere ve ABD Çevre Koruma Ajansı’nın test yönergelerine göre suda yaşayan organizmalara karşı minimum toksiklik sağlamalıdır. Minimum biyobirikim potansiyelini korumalıdır. (Yani zaman içinde bir organizmanın dokularında kimyasal birikime neden olmamalıdır.)
Karşılaştırma yapmak gerekirse, son yıllarda çevresel kaygılar nedeniyle artan ve bu nedenle benimsenen biyo-bazlı yağlayıcılar, formülasyonlarında petrol bazlı yağların kullanılmasından kaçınılarak genellikle doğal yağlardan yapılır. Bununla birlikte, biyo-yağlayıcıların bu şekilde etiketlenmesi için yalnızca doğal yağlardan yapılması gerekir. Biyo-çözünürlük, toksiklik ve biyobirikim açısından belirgin kriterleri karşılamaları gerekmez. Bu da, bir biyo-yağlayıcının biyolojik olarak parçalanamayan bir katkı maddesi içerebileceği anlamına gelir.
Bu özellikler, endüstriyel sıvılar için önemlidir. Sadece tarım endüstrisini düşünürsek; Blue Angel etiketi yöneticilerinin tahminine göre, ağaç kesme ekipmanlarından kaybedilen yağ, yılda yaklaşık 10.000 ton yağlayıcının çevreye salınmasına neden oluyor. Aslında herhangi bir endüstriyel sıvının yaşam döngüsünün son adımı doğal ortamda meydana gelebilir ve bu yüzden hassas ekosistemlere verebilecekleri zararı en aza indirmeleri kritik öneme sahiptir.
Performansı Koruma
Çevre dostu olmak kritik öneme sahipken, çevresel olarak kabul edilebilir yağlayıcılar aynı zamanda endüstriyel ekipmanları da korumalıdır. Bu bir yağlayıcının temel işlevidir. Bununla birlikte, geleneksel yağlayıcılarla aynı performans özelliklerini korumak, çevresel yağlayıcılar için formülasyon zorluğu oluşturabilir. Çünkü geleneksel yağlayıcılarda çok yaygın olan güvenilir katkı kimyasallarının çoğu, bir çevresel olarak kabul edilebilir yağlayıcı için gerekli olan biyoçözünürlük, toksiklik ve biyobirikim ile ilgili özellikleri karşılayamaz.
Örneğin, çinko dialkil ditiyofosfatlar (ZDDP’ler), endüstriyel yağlayıcılarda en yaygın kullanılan aşınmaya karşı koruyucu katkı sınıflarından biridir. Ancak biyolojik olarak parçalanabilirlik standartlarını karşılamadıkları için bir EAL formülasyonundan çıkarılmaları gerekir. Bu kısıtlamalar, formül geliştiricilerin aşırı basınç katıkları, emülgatörler, viskozite düzenleyiciler, köpük önleyici maddeler, korozyon ve pas önleyiciler, aşınma ve sürtünme önleyiciler ve daha fazlasını seçmesini etkiler. EAL standartları, biyolojik olarak parçalanabilirlik ve toksiklik endişeleri nedeniyle geleneksel mineral yağların kullanımını da kısıtlamaktadır. Bu da Grup I, II ve III baz yağlarını EAL formülasyonlarından çıkarmaktadır. Bu nedenle, Grup IV (polialfaolefinler) ve Grup V (örneğin esterler) baz yağlarından oluşan sentetik baz yağ formülasyonları gereklidir.
Bu kısıtlamalar zorlayıcı olsa da bu tür parametreler ile yüksek performanslı endüstriyel sıvıları formüle etmek mümkündür. Yüksek performanslı çevresel olarak kabul edilebilir yağlayıcıları geliştirmek, dikkatli formülasyon yaklaşımları, yenilikçi kimyasallar ve doğru tedarikçi ile işbirliğini gerektirir. Lubrizol, endüstriyel sıvı üreticilerinin yeni EAL çözümleri ile başarıya ulaşmalarına yardımcı olmaktadır. Çevreyi korumanın kilit nokta olduğu bu gelişen pazarda, çevresel olarak kabul edilebilir yağlayıcılara olan talep arttıkça, yaklaşımlarında proaktif olan formülatörler rekabet avantajı elde edebilir.
Martin Birze
Lubrizol Corporation Endüstriyel Ürünler Direktörü
Martin Birze, The Lubrizol Corporation’da Endüstriyel Ürünler Direktörü olarak görev yapıyor. Waterloo Üniversitesi (Ontario, Kanada) Kimya bölümündeki Lisans eğitimini onur derecesiyle tamamlayan Birze, 1981 yılında kariyerine Shell Kanada’da araştırma kimyageri olarak başladı. 35 yılı aşkın süredir Lubrizol’de çeşitli satış, işletme ve yönetim görevlerinde bulundu. Montreal’de doğup büyüyen Birze, şu anda eşiyle birlikte Cleveland, Ohio’da yaşıyor.