29 Aralık 2023’te Resmî Gazete’de yayımlanan Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standardı ile AB pazarında dış ticaret açısından önemli bir adım atıldı. Yeni düzenlemeyle madeni yağ üreticilerinin de aralarında olduğu birçok firma 1 Ocak 2024’ten itibaren gerçekleştirdiği sürdürülebilirlik çalışmalarını 2025 yılı faaliyet raporu döneminde yayımlamak zorunda olacak.
Sürdürülebilirlik raporlaması yasal zorunluluk gibi görülse de Yeşil Mutabakat düzenlemeleri kapsamında AB ile ticaretin olmazsa olmazı. Öyle ki AB ile doğrudan ticaret yapmıyor olsanız bile sürdürülebilirlik uygulamalarının oluşturduğu ekosistemin dışında kalmanız mümkün görünmüyor.
Madeni Yağ Dünyası olarak şirketlere sürdürülebilirlik yolculuklarında danışmanlık hizmeti veren Kıymet-i Harbiye’nin kurucu ortağı Erdem Kolcuoğlu’yla bir araya gelerek sürdürülebilirlik üzerine konuştuk.
Sertifikalı GRI standartları eğitmeni olan ve Türkiye’nin köklü kuruluşlarına sürdürülebilirlik ve kurumsal sorumluluk alanlarında danışmanlık hizmeti veren Erdem Kolcuoğlu ile röportajımızda; sürdürülebilirlik kavramının kapsamı ve içeriği, sürdürülebilirlik raporlamasının önemi ve faydası gibi konularda oldukça açıklayıcı bilgiler edindik.
Kıymet-i Harbiye olarak müşterilerinize hangi alanlarda hizmet veriyorsunuz?
Kıymet-i Harbiye’yi geleceğini güvence altına almak isteyen vizyoner şirketlere sürdürülebilirlik yolculuklarında destek olmak amacıyla 2009 yılında kurduk. Türkiye’de bu alanda hizmet veren ilk danışmanlık firmasıyız. Kurulduğumuz günden bu yana yurt dışında kabul görmüş 20’den fazla ödül aldık ve 2023 yılında sürdürülebilirlik alanında dünyanın en çok GRI onaylı rapor yayınlayan şirketi olduk. Başka firmalardan farklı olarak kurucu ortaklarının da danışmanlık yaptığı bir yapımız ve dünya çapında erişim gücümüz var.
Müşterilerimize sunduğumuz temel hizmet, sürdürülebilirlik raporlaması. Onun dışında sürdürülebilirlik yönetimi danışmanlığı, risk yönetimi, iklim ve mühendislik konuları üzerinde çalışıyoruz ve esasen şirketlerin kendi bünyelerinde profesyonel işleyen bir sürdürülebilirlik yönetim sistemi kurmalarına rehberlik ediyoruz. Sanayi ve hizmet sektörlerinde “Çevresel Ayak İzi Yönetiminin İyileştirilmesi” projemizi 1773 ITU Teknopark ile ortak yürütüyoruz. Dolayısıyla mühendislik alanında sera gazlarının hesaplanması ile su, karbon ve yaşam döngüsü ayak izi çalışmalarımızı İstanbul Teknik Üniversitesi ile iş birliği içinde yapıyoruz. Bunların yanı sıra ölçme – değerlendirme ve iletişim gibi konularda şirketlere destek oluyoruz.
Kıymet-i Harbiye kurulduğu günden bugüne 14 mega sektör ve 29 alt endüstride 130’dan fazla firmaya hizmet verdi. Şirketin geleneksel iş ortakları arasında enerji, petrol, doğal gaz, otomotiv ve kimya şirketleri öne çıkıyor.
Konunun uzmanı olarak bize sürdürülebilirlik kavramını tanımlar mısınız?
Günlük hayatımızda sürdürülebilirlik kavramını çokça duyuyoruz. Ancak bu kavramlar çoğunlukla gerçek anlamının dışında, bir başka kavramın yerine kullanılıyor. Örneğin finansmanın sürdürülebilirliği derken aslında fizibiliteden, ödeme kolaylığından ya da ticari başarı ihtimalinden bahsediliyor. Oysa bu kavramların hepsinin teknik bir referansı ya da farklı bir karşılığı var. Bir ürünün sürdürülebilir olması onun sosyal, ekonomik ve çevresel etkilerinin yönetilebilir olmasıdır. Dolayısıyla sürdürülebilir finansman da sadece uygun oranlı ya da vade kolaylığı olan finansman değil; sosyal ve çevresel etkileri yönetilebilen finansmandır.
Sürdürülebilirliğin tanımını sürdürülebilir kalkınmadan yola çıkarak yapabilirim. Yani bugünün ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını giderme kapasitesini önlemeden karşılamak. Bir başka deyişle sürdürülebilirlik; kâr ve kazançtan vazgeçmeden, çevre ve insan dostu bir üretim modeli geliştirmek ve değer zincirinin sosyal, ekonomik ve çevresel etkilerini yöneterek kaynakların geleceğini güvence altına almaktır.
Sık duyduğumuz kavramlardan biri de kurumsal sürdürülebilirlik. Bu kavram neyi ifade ediyor?
Kurumsal sürdürülebilirliği bir risk yönetim türü olarak görmek gerekir. İş hayatında riskleri sadece finansal risk olarak görmeye alışmıştık. Oysa günümüzde finansal ya da konvansiyonel olmayan dışsal riskler şirketler için çok daha büyük risk potansiyeline sahip ve bunlara yönelik tedbirler çok daha karmaşık. Dolayısıyla kurumsal sürdürülebilirlik, geleneksel olmayan riskleri yönetmeye çalışan ve bu tedbirler üzerinden şirketin geleceğini güvence altına alan bir yönetim anlayışını ifade ediyor.
Dünya Ekonomik Forum’unun her yıl Ocak ayının ortalarında yayınladığı global risk raporlarında iklim, hava koşulları, salgın hastalıklar, siber güvenlik, yapay zekâ, insan hakları, göç, savaş gibi konuların öne çıktığını görürsünüz. Bu konular bizim şirket risk yönetim modellerinde görmediğimiz, tedbir almadığımız konulardır. Dolayısıyla kurumsal sürdürülebilirlik, risk yönetiminde finansal bakış açısının yanı sıra sosyal ve çevresel faktörlerin de dikkate alınmasını gerektiren çok boyutlu ve kapsamlı bir yönetim modelidir.
Sürdürülebilirlik şirketler için bir masraf kalemi olarak görülebiliyor. Sürdürülebilirlik kârdan vazgeçmeyi gerektirir mi?
Şirketlerin sürdürülebilirlik faaliyetlerini toplumsal kabul ya da yasal zorunlulukları karşılamak için uygulanan birer masraf kalemi olarak göremeyiz. Sürdürülebilirliğin çevresel, sosyal ve finansal unsurları ancak birlikte çalıştığı zaman değer yaratabilir. Sürdürülebilirlik faaliyetleri, şirketlerin sosyal ve çevresel performansını arttırırken kârlılığa da aynı ölçüde katkı sağlamalıdır. Mesela dünyanın en çevre dostu ürününü geliştirirsiniz; ama müşteri beklentisini karşılamıyorsa satmaz, devam edemezsiniz. Ya da çalışanların çok mutlu olduğu bir iş ortamını geliştirirsiniz; ama finans yönetiminiz zayıfsa yine devam edemezsiniz. Ona keza enerji verimliliği projeleri, atık geri kazanım yatırımları da yalnızca enerji ve ham madde maliyetlerini düşürmek odaklı yapıldığında istenen değer üretilmez.
Bu söylediğime otomotiv sektörü çok güzel bir örnektir. Elektrikli araçlar 2000’li yılların başlarında da üretiliyor ve çevreci bir opsiyon olarak tanınıyordu. Ancak piyasada bugün olduğu kadar talep görmüyordu. Çünkü tüketicinin bir araçtan beklediği standart özellikleri o gün için taşımıyordu. Tasarımı, fiyatı, menzili, şarj istasyonu altyapısı gibi nedenler tüketiciyi satın alma kararından caydırıyordu. Dolayısıyla ürünün sadece çevreci olması sürdürülebilir bir iş modeli üretildiği anlamına gelmez. Farklı dinamikleri vardır bu işin. O nedenle sürdürülebilirliğin tüm unsurlarını dikkate almak ve birlikte çalıştırmak gerekir.
Sürdürülebilirlik, Avrupa Birliği’nin de çok önem verdiği bir konu. Öyle ki 2024 yılı itibariyle bazı şirketler için sürdürülebilirlik raporlaması zorunlu hale geldi. Bize bu konuda bilgi verir misiniz?
Sürdürülebilirlik raporlaması 90’lı yıllardan bu yana karşılaştığımız bir uygulama. Bu uygulamayı o yıllarda petrokimya, akaryakıt ve madeni yağ gibi küresel enerji şirketlerinin başlattığını görüyoruz. Türkiye’de ise sürdürülebilirlik raporlaması 2007-2008 yıllarından itibaren gündeme geliyor ve başta borsaya kote olan şirketler olmak üzere, yurt dışı rakiplerinden geri kalmamak ve yabancı yatırımcının taleplerini karşılamak amacıyla ve gönüllülük esasıyla sürdürülebilirlik raporlaması yaygınlaşmaya başlıyor.
Dolayısıyla yasal zorunluluk olmasa bile eğer siz ürününüzü ve hizmetinizi, sürdürülebilirlik faaliyetlerinizi anlatmadan satamıyorsanız raporlama sizin için zorunludur. Yani AB yasalarına tâbi olmasak da AB bizim en büyük pazarımız. Birçok lokomotif sektörümüz ana pazarı AB olan, ihracat odaklı şirketler. Hâl böyle olunca AB’nin genel düzenlemeleri yasal yükümlülük getirmese de o pazara girmek için bir mecburiyete dönüşüyor. Yatırım almak, finansman bulmak, ihracat yapmak istiyorsanız sürdürülebilirlik adına yaptıklarınızı ortaya koymak durumundasınız. Türkiye’de pandemi döneminde borsaya kote firmalar için sürdürülebilirlik raporlaması yapmak SPK’nın düzenlemeleri doğrultusunda dolaylı olarak zorunlu hale gelmişti. Bir yasal yükümlülük olmamakla birlikte o ilkelere uymak, GRI standartlarında bir rapor yazmak anlamına geliyordu. 29 Aralık 2023’te de Resmî Gazete’de Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standardı ve bunun uygulamasına yönelik temel kuralları belirten bir düzenleme yayınlandı. Düzenlemeye göre listelenen şirket grupları 1 Ocak 2024’ten itibaren gerçekleştirdiği sürdürülebilirlik faaliyetlerini Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standardı uyarınca bir dahaki raporlama döneminde raporlamak ve 2025 yılı faaliyet raporu döneminde yayımlamak zorunda olacak.
Düzenleme uyarınca; borsaya kote şirketler, SPK mevzuatına tabi şirketler, bankalar, sigorta şirketleri, yatırım şirketleri, finans şirketleri ile SPK mevzuatı uyarınca raporlama yapması gereken holdingler, finans araçları ihraç eden şirketler ve yanı sıra aktif toplamı 500 milyon Türk Lirasının üzerinde olan, yıllık net satış hasılatı 1 milyar Türk Lirası olan ve 250 ve üzeri çalışanı olan şirketler raporlama yapmak zorunda.
Bir şirket, “Ben bu düzenleme kapsamı dışındayım” diyerek sürdürülebilirlik raporlaması yapmayabilir mi?
Avrupa Birliği’yle iş yapan bir şirketseniz iki temel düzenlemeye tabisiniz: Avrupa Birliği’nin finansal olmayan raporlama düzenlemesi ve Yeşil Mutabakat. Eğer siz bu pazarda faaliyet göstermek istiyorsanız Türkiye’de kapsam dışı olsanız da 2025’ten itibaren müşterinize Avrupa Birliği Raporlama Standartları’na uygun bir sürdürülebilirlik raporu vermek zorundasınız.
Sattığınız üründen kaynaklanan sera gazı emisyonlarının muhasebesini ortaya koymadan sınırda karbon vergilendirmesini nasıl hesaplayacaksınız? Türk şirketleri bu sürecin ne kadar kompleks ve zaman gerektiren bir uygulama olduğunun farkında mı çok emin değilim. Bu, CE belgesi almak gibi basit bir prosedürel işlem olarak görülemez. Hazırlık safhası gerektiren, üzerinde birkaç tur çalışılması gereken işlemlerdir. 2025-2026 yıllarında zorunluluklar başlayacaktır. Bunlara uymamak hukuki yaptırımları ve finansal karşılıkları olan şeylerdir. Dolayısıyla rekabet için, uyum için Avrupa Birliği ile iş yapıyorsanız sürdürülebilirlik raporu yayımlamak, iklim risklerinizi ve emisyonlarınızı ciddi şekilde hesap ediyor olmak zorundasınız.
Sürdürülebilirlik raporu hazırlamak isteyen bir firmaya işe nereden başlamalı? Bu konuda devlet eğitim ve rehberlik desteği sağlıyor mu?
Tabii ki herkes standartları önüne açıp kriterlere uygun bir rapor hazırlamaya çalışabilir ancak raporlama teknik uzmanlık isteyen bir konu. Devletin bu konuda planladığı bazı eğitimler ve destek mekanizmaları var. Tüm Avrupa genelinde bu eğitimleri vermekten sorumlu 2-3 kişiden biri olarak söyleyebilirim ki raporlama deneyimi olmayan bir şirketin kendi başına, özellikle yasal koşulları karşılayan raporlar yayınlaması teorik olarak mümkün ama pratikte bir parça zor. Sürdürülebilirlik uzmanlığı çokça ihtiyacımız olan bir meslek. Bunun bölümleri, okulları olmalı diyoruz yıllardır. Maalesef yok. Şu anda da, bu yasal yükümlülüklerin içine giren şirketleri destekleyebilecek sayıda sürdürülebilirlik uzmanı ne şirketlerin içinde ne de dışında maalesef yok.
Biraz da sürdürülebilirlik raporunun içeriğinden bahseder misiniz?
Rapor, çevre unsurları kadar sosyal unsurları da içeriyor. Hatta çevre konuları fiziki etkiye sahip oldukları için sayılabilir, hesaplanabilir özelliğe sahip ama sosyal konuları hesaplamak ve planlamak çok daha zor olabiliyor. Tabii her sektörün öncelikli konuları birbirinden farklı olsa da iklim değişikliği ve eşitlik her şirketin öncelikli gündemi olarak görülüyor. Dolayısıyla raporda iklim değişikliği politikasının olması, iklime yönelik risk ve fırsat yönetim modelinin olması lazım. Sera gazı emisyonlarının doğru düzgün bir yöntemle ve yetkin bir ekip tarafından hesap edilmesi, raporlanması ve ürünlerinizin çevresel etki bakımından karbon ayak izlerinin ve yaşam döngüsü analizlerinin ortaya konması gerekir. AB’ye iş yapıyorsanız, bunların tamamı hem raporlama içeriğidir hem de aynı zamanda ticari faaliyetlerinizde sizden talep edilecek bilgi ve dokümanlardır.
Bu süreçte Türk şirketlerin hangi kaslarını daha çok güçlendirmesi gerekiyor?
Öncelikle şirket içinde bu konulara vâkıf olan uzmanlara ihtiyaç var. Doğrudan sürdürülebilirlik raporlamasından sorumlu bir kişi olmayabilir ama şirket yönetimi, sürdürülebilirlik okuryazarlığına sahip olmalıdır. Genelde ilk akla gelen çevre yöneticileri oluyor ama şirketin CFO’su ve CEO’su sürdürülebilirlik konusunu iyi bilmeli. Çünkü bu iş artık bir vergi, borç, alacak, finans, kredi işi.
İkincisi, ürününüzün döngüsel ekonomi çerçevesinde değer zincirinde – beşikten beşiğe – yaşam döngüsü analizinin yapılması ve çevresel etkilerinin net bir biçimde haritalandırılması gerekir. Bu harita elinizde olmadan neyi iyileştirebileceğinizi, hangi çıktıyı nerede tekrar bir ham madde olarak kullanılabileceğinizi, hangi girdiyi hangi endüstrinin çıktısıyla değiştirebileceğinizi bilemezsiniz. Bu Türk şirketlerinde çok eksik bir konudur. Emsal ürünler için yapılmışsa bile bütün portföy için yapılmamıştır. Bu konuya zaman ayırmak ve yetişmiş personel istihdam etmek gerekir.
Sürdürülebilirlik raporunun diğer finansal raporlardan farkı nedir?
Finansal raporlar röntgense, sürdürülebilirlik raporu MR gibidir. Finansal raporlar şirketin bilançosunu, borç ve alacaklarını, stoklarını gösteren tek boyutlu bir fotoğraftır. Sürdürülebilirlik raporu ise çok katmanlıdır ve şirketin dünden yarına hangi yolda ilerlediği projekte eder. Çevre, sosyal ve ekonomik boyutta ortaya konan veriler, risklere yönelik alınan tedbirler, fırsatlar ve hedefler gerek müşterilere gerekse de iş ortaklarına şirketin vizyonunu gösterir. Kimse sizden bir anda net sıfır değerine ulaşmanızı, yüksek bir performans sergilemenizi beklemiyor. Eksikler olsa da raporda belirlenen akılcı ve ulaşılabilir hedefler paydaşlarınıza güven verir.
Hepimiz biliriz ki bir şirkette yıl boyunca her şey çok iyi gitmez. Bazı konularda başarı elde edilirken bazı konularda sorunlar yaşanabilir. Önemli olan durumunuzu dürüst ve şeffaf şekilde ortaya koymanızdır. AB’nin Yeşil Mutabakat’ta ilan ettiği bir mottosu var: Kimseyi geride bırakmadan. Bu mottonun mesajı çok önemli. Sürece herkesin kendi gücünde katkı sağlaması, herkesin dâhil edilmesi ve ayak uyduramayanın güçlendirilip katkı sağlar hâle getirilmesi. İstediğimiz geleceğe ancak böyle ulaşabiliriz.
Peki AB’ye ihracat yapmayan, iç piyasaya çalışan bir şirketsem sürdürülebilirlik gündeminin dışında kalabilir miyim?
AB’ye ihracat yapmasanız da Yeşil Mutabakat’la gelen düzenlemelerden kaçmanız mümkün görünmüyor. Belki sınırda karbon vergisine siz tâbi olmayacaksınız ama mal sattığınız müşteriniz tâbi olacak. Müşteriniz AB ile ticaretini sürdürmek için, tedarikçi olarak size ürünlerinizin karbon ayak izini soracak. Siz bu bilgileri sağlayamadığınızda tedarikçi olarak tercih edilmeyecek ve piyasanın dışında kalacaksınız. Bu bilgileri sağladığınızda bile rekabet devreye girecek ve rakiplerinizden daha iyi performans göstermeniz beklenecek.
Zira artık sorumlu satın alma, yeşil satın alma, sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimi gibi konular konuşuyoruz ve üreticilere böyle sistemler kuruyoruz. Toplam maliyet yönetiminin içinde sürdürülebilirlik artık önemli bir kalemdir. Yani 10 TL’ye aldığınız bir ürün 15 TL’lik bir üründen daha maliyetli olabilir. Eğer ürünün karbon yükü düşük, içindeki yenilenebilir malzeme yüksekse ödediğiniz karbon vergisi düşecek ve size daha az maliyet getirecektir. Dolayısıyla satın almacılar artık ürünü alırken sadece teknik spektine, lojistiğine, devamlılığına ve fiyatına bakmakla kalmıyor, sürdürülebilirliğine de bakıyor ve tedarikçilerinden çevresel etkisi düşük alternatifler geliştirmelerini istiyor.
Madeni yağ sektöründe faaliyet gösteren firmalara özel bir mesajınız var mı?
İklim gereklilikleri madeni yağ sektörünün de içinde bulunduğu petyrokimya sektörünü yapısal olarak çok etkileyecek. Yakın gelecekte ham petrolün önemli bir kısmı artık akaryakıt olarak değil, petrokimya alanından kullanılacak. Özellikle elektrikli araçların artmasıyla yağlayıcıların yapısı da belirgin olarak değişecek ve alternatif ürünlerin geliştirilmesi gerekecek. Burada biyomateryaller ile biyokimyasal ürünlerin geliştirilebileceği fırsatlar doğacak. Bunun için madeni yağ şirketlerinin de mutlaka ürün yaşam döngülerini analiz etmeleri, haritalandırmaları gerekli. Önümüzdeki yıllarda bu çok kritik, olmazsa olmaz bir hal alacak.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer konu; üretimde kadın istihdamı. Endüstrinin insan kaynağı potansiyelinin sadece yarısından medet umması ve kadınlara yeteri ölçüde yer ayırmaması rasyonel bir şey değildir. Kadınıyla erkeğiyle tüm insan kaynağının üretim sürecine katılması hayati bir konudur. Bu ekonomik olarak da toplumsal olarak da bir gerekliliktir. Sadece mavi ve beyaz yakada değil yönetim katında da kadın istihdamının artması gerekir ki yönetim kurullarında kadın üyelerin sayısını arttıran şirketlerin performansının iyileştiği artık akademik araştırmalarla da ispatlanıyor.
Dünya ile kıyaslandığında Türk şirketlerinin durumu asla geri değil, gayet kompetitif. Bizim yeni bir konuya adaptasyon kabiliyetimiz çok yüksek. Basında çokça gördüğümüz Z kuşağı farklılaşması önemli bir konu. Biz yeni kitlenin beklentilerine nasıl, hangi ürünle, hangi anlayışla, hangi algıyla hazırlanacağız? Yeni gelen nesil o kadar bilinçli ve duyarlı ki… Onlar önümüzdeki dönemde müşteri, yönetici, çalışan olarak farklı rollerde karşımıza çıkacaklar. Şimdiden şirketlerin kendilerini bu değişime adapte etmesi gerekir. Özellikle 100 – 150 yıllık köklü firmaların yer aldığı madeni yağ sektörü bu değişimi gündemine almalı.
Türkiye yapısal olarak güçlü bir endüstriye sahip. Regülatif olarak da Avrupa’dan hiçbir eksiğimiz yok. Türk şirketleri Avrupalı rakiplerinden kendilerini asla geride görmemeli. Biz biraz daha bilime dayalı, biraz daha sistematik düşündüğümüzde, daha dikkatli ve sistemli olduğumuzda gözümüzde büyüttüğümüz rakiplerden çok daha iyi sonuçlar alıyor ve çok daha başarılı oluyoruz. Bu gerçeği madeni yağ sektörünün son yıllarda sergilediği atılımda da görebiliyoruz.